Bu ara haftalar bir gün fazla çekiyor gibi. Çalışmanın verdiği yorgunluk bile o fazla günü iplememe engel olmuyor. Sonunda ne olacağını görmek için çekiştiriyorum sanki saatleri. Bitmesi gerek bir zamanı yaşıyor gibiyim. Üzerime binen iş gücünün verdiği sinirle sabretmeye çalışıyorum. Böyle olmaması gerekiyor öyle değil mi? Çalışmaya çalışıyoruz!
Dr. Hunter S. Thompson ve avukatı Oscar Zeta Acosta (Caesar’s Palace Bar, saat 03:00 civarı, 26 Nisan 1971)
1974 senesinde Acosta, Meksika’da seyahet ederken ortadan kaybolmuştu. Oğlu, Marco Acosta, onunla konuşan son kişiydi. 1974’ün Mayıs ayında Acosta, oğluna telefon açıp “beyaz karlarla kaplı bir tekneye” bineceğini söylemişti. Marco daha sonra babasının kaybolmasıyla ilgili “Cesedi hiç bir zaman bulunamadı. Fakat tahminimize göre; beraber takıldığı insanları da düşünecek olursak, boşboğazlık etti, kavgaya karıştı ve öldürüldü.”
Hunter Thompson dostu Acosta’nın ölümüyle ilgili yazdığı “Fear and Loathing in the Graveyard of the Weird: The Banshee Screams for Buffalo Meat”de; “Acosta çok iyi bir avukat ve vaizdi. Fakat amfetamin ve LSD bağımlısıydı” demişti. Bu makale, Acosta’nın hala yaşadığına dair çıkan dedikodulara karşı Thompson’ın verdiği cevaptı.
Tank Girl’den Gorillaz’a. Jamie Hewlett’ı bu kadar sevmemin sebebi yara bantları değildi elbette. Bir çizgi film karakteri olmak için yeterli sebepti Tank Girl. Kabadayı haline, kanguru sevgilisine özenmek, onun gibi olacağını iddia etmek; 13-14 yaşında, orta yolu bulmayı reddeden bir ergen için kaçınılmaz sondu. Yoksa filmi mi bu kadar gözümü karartmıştı, çünkü bir tankın içinde yaşamak gerçekten hiç de zor değildi. Üstelik bir an önce evden kaçmak istiyordum. Dizime, gözüme bant yapıştırır, Joan Jett’i, Let’s Do It’i ilk defa duymuş gibi yapardım ne var? İnanmıyorsunuz ama gerçekten yapabilirdim.
Ah, yalan söylemeyi hiç beceremiyorsun. Yapamıyorsun, içindeki saflığı ötele-yemiyorsun. Durum böyle olunca da elinden kayıp düşüyor yapmaya çalıştığın hileler. Kırılıyor ayaklarının dibinde. Boşuna vakit harcıyorsun. Bakamıyorsun bile gözlerimin içine. Durumunu tespit edemiyorsun. Yazıklar olsun mu, olsun!
Huysuzluğumu kimden aldığımı buldum. Etrafta saygı gösterecek kimse kalmaması bunun altını yakan. Muhatap bulamamak çığırından çıkaran. Sere serpe yatan iş kaytarıcılarla selamlaşmak fitilleyen. Elinden bir şey gelemeyeceğini düşünmek kör kuyulara atan. Sabah güzel bir rüyadan uyanmak umutlandıran. Mükellef bir kahvaltı etmek öteleyen. Programa girip bir Bob Dylan çakmak umutlandıran. O şarkıya selam eden birilerinin olduğunu bilmek heyecanlandıran. Daha 2 saat rahatsız edilmeyeceğimi bilmek rahatlatan. Dylan ile toparlanan bir güne sahip olmak içinse henüz paha biçilemedi dostum.